Bir ada düşünün, cennetten bir parça sanki.
Bir ada düşünün, kalbinizi çalan, her hatırladığınızda sizi mutlu eden, yüzünüzü güldüren.
Bir ada düşünün, yemyeşil, masmavi.. Her rengin tüm tonlarını barındıran, renklerin en güzel halini gösteren, içinizdeki gökkuşağını ortaya çıkaran, sizi gökkuşağının içine çeken.
Bir ada düşünün filmlere konu olan, Napoli’ye bağlı Campania bölgesinde sevimli mi sevimli, küçük ama kalbini kocaman dolduran cinsten.
Bir ada düşünün, İngiliz yazar D.H. Lawrence, “Cenneti çok andıran ama Dünya’yı hiç andırmayan bir yer. ” diyerek, en güzel cümleleri sarfetmiş.
Bir ada düşünün, Sophia Loren ve Clark Gable’ın oynadığı 1958 yapım “it started in Naples” filmine ve Frank Sinatra, Brigitte Bardot ve daha bir çok oyuncuya ev sahipliği yapmış.
Bir ada düşünün, bekarlığa veda organizasyonuna ev sahipliği yapan.
Bir ada düşünün, üzerinde ananas olan bekarlığa veda şapkaları ile gezilen….
Serüven Mykonos uçak biletlerimizin, havayolu şirketinin tarihlerde değişiklik yapması ile bizim başka bir ada aramamız ile başladı.
Gelin ve biz nedimeler olarak 5 kız toplandık, süslendik püslendik, ananaslı şapkalarımızı taktık, hoş geldin yaz, güle güle bekarlık konseptli yolculuğumuz için, Napoli’ye indik. Taksi ile feribotların bulunduğu alana gidip, feribot kalkış saatini biraz bekledik ve yaklaşık 45 dakikalık feribot yolculuğu ile güzel anlar başlamış oldu. Ada, feribottan inilen, rengarenk evlerin olduğu Marina Grande, turistlerin çoğunlukla kaldığı, hareketli, inanılmaz manzaraya sahip,kalabalık bölgesi Capri ve yerel halkın, zenginlerin ve ünlülerin kaldığı, Capri’ye göre nispeten sessiz sakin olan, en tepedeki Anacapri’den ve bizlerden 🙂 oluşmakta.
Tarihçesini çok detaylı okumamış olsam da adanın ilk sahiplerinin Yunanlar olduğu ve adanın isminin Yunanca ‘Kapros’ yani vahşi domuz kelimesinden gelmiş olabileceği söylenmekte.
Limana inince sevimli efil efil taksilere bindik, otele doğru yola koyulduk. Taksi Capri bölgesinde belli bir yere kadar gittiğinden kısa bir yolu valizlerle biz devam ettik. Otele yerleşip üst baş değişikliği sonrası yeni yerler keşfetme telaşı içerisinde düştük yollara. Havası o kadar temiz, o güzel, her yer yemyeşil, mavinin her tonu, begonviller, çiçekler, limonlar, sarının tüm tonları, baş döndüren limon kokuları, ara sokakta yol kenarında gördüğümüz mumlar, küçük dar sevimli yollar, birbirinden güzel restoranlar, lezzetli atıştırmalıklar, makarnalar, salatalar, odun ateşinde pizzalar, eğlenceli aperitivo saatleri… Meydana çıkıyoruz, meydanın ismi Piazzetta, diğer bir adı Piazza Umberto. Açız, İtalyan lezzetleri tatmanın keyfine varmak istiyoruz. Meydanda çok sayıda kafe mevcut. Yemekler eşliğinde inanılmaz bir manzara var. Bu alan deniz seviyesinden 150 metre yukarıda. Marina Grande’den buraya taksi, otobüs ya da füniküler ile de gelinebilir. Füniküler ile 5 dakika gibi bir zaman sürmekte. Burası için küçük ama Dünya’da ki en moda yer denilmekte. Adalılar bu meydana “a chiazz” ya da “piazza” denmekteymiş. Adanın kalbi burada atıyor, okuduğum en anlamlı cümle. Çünkü burası gerçekten de adanın kalbi gibi.
Birinci Gün…
Yemekler yenip, bolca gezildikten sonra, saat 6-6.30 gibi Grand Hotel Quisisana’nın aperitivo saatine denk geldik. Aperol spritz’lerimizi söyledik. Aperitivo saati olması nedeni ile içkinin yanına biz daha bir şey demeden atıştırmalıklarımız geldi. Çevre masalarımız gıybetin dibine vuran, kim ne giymiş, kim nereden ne almış, kim hangi saatte kim ile görülmüş tarzı konuşamalar yaptığını düşündüğüm, İtalyan arkadaşlar ile doldu. Yan masada bir doğum günü kutlaması vardı ki, masada Gucci’ler Versace’ler neler neler elden ele dolaştı belli değil. Sonrasında biraz vitrinlere bakıp, keşifler yapıp, ne alınabilir, nerede ne var turları atıp meydanın, otobüs durağının biraz ilerisinde yine tabi ki süper bir manzaraya sahip Capri Garden Bar’a geçip içkilerimizi yudumlamaya devam ettik. O kadar çok kahkaha attık ve boomerang çekmeye çalıştık ki, mekanın sahipleri çok eğlenip fotoğrafımızı çekti. Yorucu ama daha çok keyifli saatlerin ardından otelimize dönerek ertesi gün için güzellik uykularımıza yattık.
İkinci Gün…
Ertesi gün ilk iş, bekarlığa veda konsept fotoğraflar çekilmek… Anılarımıza anı eklemek için, hafızalarımıza yardımcı olmak suretiyle telefonlarımız ve sosyal medyamızla güne hazırdık. Sonraki istikamet Marina Piccola. Bolca güneş, tertemiz, buz gibi, berrak bir su, bekarlığa veda bodylerimiz, şapkalarımız, güneş kremlerimiz, gelinin elinden şekersiz kurabiyelerimiz, kahvelerimiz, sohbetlerimiz, etrafımızda nefes almadan, İtalyancanın o ahenkli telaffuzuna kendini kaptıran, gıybetin dibini gören, 2 çocuk doğurup inanılmaz bir fiziğe sahip olan İtalyan’lar , şezlongların güneş etrafında 360 derece dönmesi ve biz. Kısa bir süreliğine cennete düştük biz sanki. Saatler hızla akıp geçti. Güneş bizi artık yakmaz ve koca koca kayaların arkasına kaçarken artık otele dönüp hazırlanma vakti gelmişti. İnanılmaz bir otobüs sırası mevcuttu ki, beklemeye dayanamayıp taksi sırasına girdik 😀 ve Anacapri’ye çıkmaya karar verdik.
Anacapri renkli ama sessiz, yerli halkın ikamet ettiği, tepede, güzel mi güzel bir bölge. Buradan gerek kendimize, gerek hediyelik olmak üzere alışverişlerimizi yaptık, biraz etrafı gezdik, mis gibi tatlı kokuları eşliğinde, hatta dayanamayıp dondurmalarımızı aldık ve otele döndük.
Hangover gecesi…
Ristorante II Geranio’da yerlerimizi ayırttık. Güzel elbiseler, makyajlar, sandaletler, takılar… Ve geceye hazır olan bizler…Deniz mahsullerine olan sevgim kısıtlı olsa da kalamarı harika idi. Makarnası bence efsaneydi. İçkilerimizi gelinin şerefine kaldırdık ve geceyi başlattık. Burada ki keyifli anlardan sonra yine boomerang savaşları, yine selfieler, yine fotoğraflar 🙂 Sonrasında meydandaki taverna ile bir ufak tartışma. Neyse sıkıcı konuları atlayalım. Meydana çıkıp, oradaki hafif Lucca kıvamında olan yere oturup içkilerimize devam ettik. Bir süre sonra müzikli bir yer arayışına girip ara yollardan birinden gelen müziğe kendimizi kaptırıp mekana girdik. Ama meğer düğün varmış burada. Yine de biraz oturduk, kıkır kıkır bolca konuştuğum saatlere tanık olduk.
Üçüncü Gün…
Hangover sabahı…. Gayet iyiyiz. Dimdik ayaktayız. Dedik ki neden Marina Grande’ye inip bir bot turuna gitmiyoruz. Evet hangover sabahında tam da bunu dedik. Neden olmasın dı ? Sonrasında gördük neden olmayacağını 🙂 Blue Grotta Azzura turu. Capri ile özdeşleşen, en etkileyici yerlerden biri. Adını gümüş ışıklar saçan mavinin en güzel tonundan alıyor. Bot turunda görülen diğer önemli yer Faraglioni. Denizin üzerinde kireç taşından oluşan yan yana üç kaya parçası. Bot o kadar çok sallanıyor ki biz dahil çoğu kişinin midesi alt üst. Hemen geri dönülmesini rica ediyoruz. Kendimizi zar zor karaya atıyoruz, sodalar, limonlar… Anca kendimize geliyoruz. Hemen Marina Piccalo, deniz, güneş, şezlong, kahve ve güneş kreminin güvenli kollarına koşup, rahatlamaya başlıyoruz. Akşamında görüp görülebilecek en efsane yerde akşam yemeği. Burası Marina Grande’ye indikten sonra kısa bir yürüme mesafesinde. Kocaman limon ağaçlarının altında , o muhteşem limon kokuları ile, sarılı , pembeli, yeşilli, sevimli masalarda, kibar garsonlar ve enfes yemekler eşliğinde oturduğumuz yer. Yemek sonrası kahve yanına eşlik eden enfes limoncellolar. Burası 100 yıldızı hak eden şirin bir yer. Burası Da Paolino Lemon Trees adında, mutlaka rezervasyon yapılması gereken, gitmeseydik belki de pişmanlıktan ölebileceğimiz bir yer. Ama gecenin en efsane tarafı, restoranın bize taksi numarası vermesi ve restoranın ilerisindeki taksicilerin büyük bir şaşkınlıkla kendi aralarında tartışmaları, verilen taksinin numarasını asla bilmemeleri,ve gerek konuşma şekilleri gerek tavırları ile bizi gülmekten kırıp geçirmeleridir. Eeee meğer başka bir taksi durağından çağrılmış bizim taksi 🙂
Son gün….
İçimizde derin bir hüzün… Cennetten kovulup, Dünya’ya sürgün edilmişiz sanki. Etraftaki mis gibi tatlı kokuları , limon kokuları ile bütünleşmiş. Gitmeden diyoruz ki odun ateşinde yapılmış pizza yemeliyiz. Ve efsane bir yer daha. Pizza ile şaheser yaratılan yer, Ristorante Longano. İnanılmaz bir hızla gelen siparişlerimiz. Garsonların, pizzanın yapım hızına yetişememesi, o 4 peynirli pizzanın tadının hala damağımda olması.
Keyifli zamanlar, yanında vaktin nasıl geçtiğini anlamadığın, her zaman yanında olmasını istediğin kişilerle güzel. Her zaman hatırlamak istediğin, fotoğraflarını hep telefonunda taşıdığın, sıkıcı ve sıkıntılı günlerine merhem olan, kalbinin tam ortasındaki anılar.
Her yer cennetten bir parça, görmesini bilene.
XOXOXO