Şimdi bir tuval alıp tablo çizsek yüreğimizin renkleriyle…
Sapsarı bir güneş mesela, yemyeşil ağaçlar, rengarenk çiçekler, bembeyaz bulutlar, masmavi bir deniz, mavili beyazlı şezlonglar, kum taneleri, köpüklü köpüklü dalgalar, martılar, iki dost çizsek…
Yaza dair olması gereken ne varsa olsa bu tabloda..
Şehirlerden Nice olsa mesela…( Düşününce gözlerden kalp çıkartan şehir gibi şehir 🙂 )
Nice’ e inip, otele yerleşir yerleşmez, kendimizi sıcak kumlardan serin sulara atsak, mis gibi iyot kokusunu içimize çeksek dalga sesleri eşliğinde, sonra açsak kitabımızı, dalsak karakterlerin içerisine kendi hikayemizmiş gibi, yüzsek ve de, güneşlensek…
Sonra caz festivaline denk gelsek, Cours Saleya meydanına gitsek, keyifli bir şekilde yemeklerimizi yesek…
İşte böyle bir tablo çizdik bizde 2015 Temmuzunda.
Promenade des Anglais ve meydanın ortasında lokasyon olarak inanılmaz güzel bir yerde, uygun, nezih bir otelde kaldık. Hotel Ambassador… Uygun fiyat… Merkezi lokasyon… Güler yüzlü, ilgili personel…
Nice küçük, sevimli, tablo gibi, kalabalık, turisti bol, festivallerin renk kattığı, gülen, eğlenen bir sürü yüzle dolu, kalpleri çarpttıran, güzel mi güzel, denizi bir yandan, yeşili bir yandan, sıcak desen aşırı sıcak olan, sıcakta müze gezmelik bir yer olmayan şehrimiz 🙂 Zaten müze gezmedik. 🙂 🙂
Promenade Des Anglais ,uzuuuun bir sahil şeridi, halk ve özel plajlardan oluşan ve halk plajı baya taşlık olan. Bisiklete binenler mi dersin, koşup sporunu yapanlar mı, kaykay kayanlar mı, yüzenler mi, bir de güneşlenenler tabi ve sonra fotoğraf çektirenler, çekilenler, çekilirken bisikletlilere zor anlar yaşatanlar 😛 😛 ??? Spora dair ne ararsan var burada.
Sonraki sık görüştüğümüz alan, Massena Meydanı. Restoranlarla, mağazalarla, turistlerle, tramwayla çevrelenmiş alan. Tramway ile, gitmek istenilen çoğu yere rahatça ulaşım sağlanabilir. Eğer yürümek zor gelirse. Yaz ayı , sıcak tabi… Meydanda 7 adet oturan insan fügürü var, elektrik direği gibi direklerin üzerinde. Sonradan öğrendiğim kadarı ile bu heykellere “Conversation a Nice” deniyormuş. Bu heykellerin ifade ettiği şey, 7 kıtadan 7 insan imiş. Tabi durup düşünüyor insan hmmm.. Yani ??? Yok işte öyle… 🙂
Hope on Hope off… Bin, gez, istediğin yerde in… Bu döngüde yaşa git… Küçük kısa, hızlı bir gezinti yapabilmek için ideal. Tabi güneşlenme sonrası 🙂
Sonra Jean Medecin Caddesi… Bolca alışverişin yapılabildiği cadde… Alışverişe odaklanmadan gezdik biz 😛 Sonra bir akşam Cannes dönüşü yürüyerek şehir turu yaparken Notre Damme de Nice Bazilikası çarpıyor gözümüze. Jean Medecin caddesinde bir yerde. Kilisenin görüntüsü tabi ki Paris Notre Damme’ın yerini tutmuyor ama kendi çapında yine de bir ihtişama sahip. Massena Meydanı, Jean Medecin caddesinin başı, Gallery Lafayette’nin önü. Meydanın arka tarafı park, parkın ortası fıskiyelerin olduğu sulak bir alan 🙂 Fıskiyelerin olduğu alana gidip fotoğraf çektirende var, koşturanlar da, çimlere yayılanlarda mevcut. Alabildiğine geniş bir alan. Meydandaki alan damalı bir görüntüye sahip, güzel bir ambiansı var.
Cours Saleya… Vieux Nice ya da Ville … Eski şehir bölgesi deniyor bizim tabirimizce. Restoranlarla çevrili, hareketli bir alan, özellikleri akşamları. Gündüzleri pazar kuruluyor. Rengarenk çiçeklerin, meyvelerin, sebzelerin, hediyelik eşyaların, ne ararsan bulabileceğin, gezmenin ayrı bir zevkli olduğu, ve daha nice şeylerin bulunabileceği alan. Akşamları ise ayrı keyifli. Herkes relax, fiyatlar makul, bazen ateş gösterisi yapılan, bazen şarkı söylenen, ama içinde hep bir huzur ve kahkaha barındıran yer. Şaraplarla daha fazla güldüren yer, Le Cyliano, meydana bakan bu sevimli yerde oturup yemek yenebilir. Ama o kadar cazip bir sürü yer var ki … Hangi restoran senin aklını çelebiliyorsa orada ye.
Akşamı ayrı güzel, yemekleri ayrı güzel, içince ayrı güzel, gülünce kahkaha atınca ayrı. En yakın kız arkadaşla daha da güzel. Garsonların, kankana söyledikleri şarkı, gösterdikleri ilgi alaka paha biçilemez. Peki kankamın, yanımda benimle Fransızca konuşmaya çalışan bir gençle başbaşa bırakmaya çalışmasına ne demeli ??? 🙂
CANNES -2. GÜN
Bir nevi film festivallerinin divası bu şehir.
Şimdi hayal ediyoruz. Mayıs ayındayız. Cannes Film Festivali başlamış, kocaman limuzinlerden inenler, kim ne giymiş, kim şık, kim rüküş, kim kimle nerede ne yapmış konularının dedikodu malzemesi olduğu, ünlülerin kameralara el sallayıp değişik pozlar verdiği kırmızı halı gibi kırmızı halı, festivale dair ne varsa ekle hayallerine.
Sonra Nice’ten trene bin, kısa sürede ulaşımını sağla. Hayallerini gerçek kıl. İlk görülecek yer burası tabi, hayalini kurduğun, televizyonlardan izlediğin yer. Aaaaa o da ne ??? Alelade bir kırmızı halı, sıradan bir bina, dersin ki bizim evin girişi daha görkemli 😛 Heyecan, adrenalin, gerilim, tutku.. Hiç biri yok. Yine de e hadi foto çekelim de anı ölümsüzleştirelim derdi 🙂
Palais des Festivalsnet des Congres alanından uzaklaşıp sahildeki hop on hop off tarzı minik trenlere biniyoruz. O sevimli minik trenciklerle küçük bir şehir turu… Sonrası sokaklarını tek tek arşınlayıp alışveriş yapmaya çalışma çabası… En popüler caddelerinden olan Rue du Suquet, Rue d’Antibes’i turlamaya başlıyoruz. Zaten vitrinlere bakarken hangi caddeden geçmişiz, rujları denerken hangi sokaktayız pek gözümüz görmüyor. Pahalı olsa da kendimizi kaptırıp gidiyoruz. Sonuç , bir çanta , bir ruj belki 🙂
Cannes, aynı zamanda denize girmek için en güzel yerlerden birisi. O uzun, güzel, capcanlı sahil şeridinin ismi Promenade de la Croisette. Nice’ te olduğu sahil şeridi baya uzun, özel , yarı özel ( halk ile özel karışımı 😛 ben uydurdum 😀 ) ve halk plajları mevcut. Yarı özel olanlar nispeten daha uygun fiyatlı. Nice’te olduğu gibi taşlık değil.
Cannes küçük bir yer. Zaten güneş beyinleri yakıyor iken, deniz bir yanında iken, hayal kırıklığı bile film festivalinin odak noktasını görmüş iken, neden vaktimizi sahilde güneşlenmeye ayırmayalım ki…. Tabi ki öyle yaptık. Ta ki plaj kapanana kadar. Sonrası Nice , Cours Saleya, lezzetli yemekler, müzik, şarap, kahkaha döngüsü 😉
MONTE CARLO-MONACO -3.GÜN
Nice’ten yine tren ile kolayca ulaşım…
Lüksün, zenginliğin, ihtişamın, paranın bir diğer ismi ve en muhteşem grandprix alanı. Ferrari’lerin, Bentley’lerin, Rolls Royce’lerin havalarda uçuştuğu, heliport alanının mevcut olduğu, kumarhaneleri ile ünlü yer…
Monaco, Fransa’da olsa da , Vatikan gibi küçük mü küçük bir ülke. Hatta Dünya’nın en küçük 2. ülkesi. 4 yerleşim yerinden oluşmakta. Monaco Ville, Monte Carlo, La Condanine, Fontvieille. Dış işlerinde Fransa’ya bağlı, İç işlerinde kendisi gibi olan 🙂
Burası, ilk Bond filmi olan Casino Royale, Ocean’s Twelve, Iron man 2 , Cars 2 gibi filmlerin çekildiği yer… O ihtişamlı filmlerin çekildiği topraklar…
Ya da belki Formula 1 tutkunuysanız, ki ben çok severim, Grand Prix Monaco, sokaklarında yarışılan tek Grand Prix alanında , o araçların saniyeler içinde geçtiği yollarda keşifler yapmak, keyfinize keyif katabilir. Bir yanda yatlar, bir yanda Formula 1 araçları… Formula 1 ‘in en efsane , en prestijli , en en ennnnn sevdiğim alanı… Yarış sonrası kutlamaların nasıl olduğunu düşünemiyorum bile 🙂 Şampanyalar, şaraplar, partiler…. Belki yeterince akıllı uslu gezerseniz ve Formula 1 hayranı olursanız, sokaklarında Formula 1 araçlarının çıkardığı lastik izlerini bile görebilirsiniz… 🙂
Bu arada Hope on Hope off lar yine imdadımıza yetişiyor. Hop biniyoruz hop iniyoruz, işte öyle değişik bir fantezi dünyası bizimki.
Öncelikli istikamet Monte Carlo , kumarhanelerin bulunduğu alan… Lüks arabalardan inip, o seksi kıyafetlerle, jilet gibi takımlarla bir grup insanın girdiği Casino Monte Carlo. Ve Casino Monte Carlo manzaralı , adım atsan turiste rastlayacağın ( gitmeyeni dövüyorlar 😛 ) Cafe de Paris’teyiz. İçeceklerimiz elimizde gelenleri çekiştiriyoruz. Ne bileyim arabalara bakıp iç geçiriyoruz. Pardon ne araba mı dedim ? Ay onlar türlerinin son örnekleri şaheserler bence 🙂
Bu arada enteresan bir bilgi… Monaco’da , Monaco vatandaşlarının kumar oynaması yasakmış. Resmen bir nevi göster ama elletme sendromu 😛
Sırada Monaco Kraliyet Sarayı var. Nasıl oldu bilemedik ve bunu söylemekten utanıyorum ama bir şekilde girip gezemedik burayı. Ne zaman gitsek bir nedenle kapalıydı 😦 Doğru zamanda doğru yerde, doğru kapıda olmayı beceremedik sanki burada 😦 Bu konu içimde bir yara, hatırladıkça kanayan 😛
Sonra inanılmaz güzellikte bir bahçeye dalıyoruz. Rengarenk çiçekler, yemyeşil ağaçların arasında bir gölet. Roseraie Princesse Grace Garden burası. Buranın hikayesi daha efsane. Prens Rainier, eşi Prenses Grace için 300 farklı çeşit gül olan bu bahçeyi yaptırmış. İşte burası, artık çıtaların yükselecek yerinin kalmadığı nokta 🙂
Araba tutkunları için kesinlikle görülmesi gereken yer Musee Automobile olmalı.
Burası tabi ki pahalı. Michelin yıldızları falan zorlamazsa denenecek çok şey ve çok mekan var. Marketleri efsane, çok güzel kahve çeşitleri, çay çeşitleri, kurabiyeler, neler neler… Başka şehirlerin, başka ülkelerin marketlerine bayıldığım doğrudur.
caVe son gün yine Nice sokakları.. Güzel havada yapılan son bir kahvaltı, kahve, kruvasan, reçel… Hava alanı yolunun tutuluşu… Bu arada marketlerde içkiler inanılmaz uygun fiyatlarda. Çantada iyi muhafaza edip, fragile etiketi yapıştırtırsanız havayoluna şirketine, duty free’ye uğranmamalı bile.
Başka güzel ülkelerde, şehirlerde, anlarda, anılarda, mutluluklarda, duygularda görüşmek dileği ile…